Kayıtlar

Mayıs, 2010 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Nâme-i Saadet

Resim
TÜRK CİHAT VE FÜTUHAT ANLAYIŞI VE SARI SALTUK GAZİ* Kemal Gurulkan** Tebliğimizde, Türklerde fütuhat anlayışının ortaya çıkışı, İslam'ın cihat anlayışıyla birleşmesi, Selçuklu ve Osmanlılardaki tezahürleri üzerinde durulacaktır. Umulur ki, Türk (Selçuklu ve Osmanlı) fetih siyasetinin çıkış noktası ve amacı anlaşılsın, ayrıca diğer milletlerin savaş ve emperyalist siyasetleri bu çerçevede mukayese edilebilsin.. Bütün hayatını ve felsefesini nefisle mücadeleye adamış bir mana insanının doğumunun 800. yılı münasebetiyle tertip edilen bu sempozyumu tertip eden heyet, bu topraklar üzerinde daha yakın bir gelecekte yaşanmış olan maddî cihattan daha önemli görülen büyük cihadın felsefesine, ömürler ve nesiller adamış mana ikliminin erenlerine bu hakikatli hürmeti göstermek suretiyle aslında anlatmaya çalışacağımız hususların ne kadar da idrakinde olduklarını haykırarak ilan etmişlerdir. Cihat Nedir? Tanım: Cihad, Arapça "C-H-D" "Cehd" kökünden gelir. Lügatte cehd; gayr
I. Dünya Savaşı'nda Rusya'daki Türk Esirleri ve Yusuf Akçura'nın Hilâl-i Ahmer Murahhaslığı* Kemal Gurulkan** Arapça'da "savaş tutsağı" karşılığında kullanılan esir kelimesi, ip vb. şeyleri sağlamca bağlamak anlamındaki "esr" (isare) kökünden türemiştir. Esir kelimesinin kök anlamından hareketle "mahpus" anlamında da kullanılmaktadır. Devletler hukukunda esirlerle ilgili hususlar çeşitli uluslar arası antlaşma ve sözleşmelerde düzenlenmiştir. 1856 Paris Deklarasyonu'nda ve daha sonraki çeşitli sözleşmelerde savaş kurallarıyla ilgili düzenlemelere gidilirken; savaş esirlerine uygulanacak muamele, 1874 Brüksel Deklarasyonu'nda 12 madde halinde ele alınmış, ancak bu onaylanmamış ve yürürlüğe konmamıştır. 1899 Lahey Konferansı'nda II. Sözleşme ve 1907 Lahey Konferansı'nda IV. Sözleşmede esirlere uygulanacak muamele 17 madde halinde düzenlenmiştir. I. Dünya Savaşı'nda bu düzenlemenin yetersiz kalması münasebetiyle 1929 Cenevr
Hilâl-i Ahmer Cemiyeti Kadınlar Şubesi ve Faaliyetleri* Kemal Gurulkan** Osmanlı toplumunun yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde yaşadığı felaketler aileleri derinden sarsmıştı. Önce Balkan Savaşları'yla kırılan Müslüman-Türk nüfusu, kısa bir süre sonra daha büyük bir felaketle karşı karşıya kaldı. Büyük çoğunluğu köylerde yaşayan ve ziraatla meşgul olan genç ve orta yaşlı erkekler; annelerinden, karıları ve çocuklarından ayrılarak cepheye koştu… Ancak, savaşı onlar istememişti. Meydana gelen olayları Osmanlı toplumu, kucağında bulmuştu ve değer verilen ne varsa artık tehlike altında idi. Savaşmaya, karşı koymaya, vatan ve geleceklerini korumaya mecburdular. Erkekler düşmanla boğuşurken, günlük hayatın büyük yükü kadınların üzerinde kalmıştı. Türk kadını artık başında örtüsü, sırtında çocuğu ile haysiyetini koruyacak, ekip﷓biçecek, ocağını tüttürecek ve gelecek nesilleri yetiştirecekti. Balkan Savaşları ve ardından gelen I. Dünya Savaşı’nda yaşananlar, Türk kadınını sevgi, şefkat ve sa
OSMANLI FİLİSTİNİ'NDE İDARİ YAPI* Kemal Gurulkan** Filistin, adını milattan önce XII. Yüzyılda Kavimler göçü sırasında deniz yoluyla buraya gelen Filistler'den alır. Tarih öncesi devirlerden itibaren çeşitli kavimlerin göçlerle gelip yerleşmesine ve bunlara karşı harekete geçen başka üstün güçlerin pek çok istila ve fetihlerine maruz kalmıştır. Filistin adıyla anılan toprakların bu istila ve fetihlerle geçen mücadeleler dolayısıyla siyasi sınırlarını çizmek kolay değildir. Bununla birlikte bölgenin coğrafi sınırları konusunda görüş birliği olduğunu söylemek ve bu sınırları şu şekilde belirginleştirmek mümkündür: "Filistin denen topraklar esas itibariyle, Suriye ile Mısır ve Akdeniz ile Şeria nehri arasında kalan topraklardır. Şeria nehrinin döküldüğü Ölüdeniz de (Lut gölü) Filistin'in doğu sınırına dahildir. Bu sınırlar içinde de Filistin toprakları coğrafi bakımdan Akdeniz kıyı şeridi, kuzeyden güneye doğru uzanan dağ silsilesinin bulunduğu ortadaki yayla bölümü ve en